Doç. Dr. Timuçin EROL

Pilonidal Sinüs Hastalığı/ Kıl Dönmesi

Pilonidal Sinüs Hastalığı/ Kıl Dönmesi

Pilonidal sinüs/ Kıl dönmesi hastalığı genellikle kuyruk sokumu bölgesinde görülen ve kılların devamlı ve tekrarlayan travmatize edici etkisi nedeniyle ortaya çıkan kronik bir durumdur. Çoğunlukla kuyruk sokumu bölgesinde görülse de parmak araları, göbek göğüs ön duvarı gibi daha nadir bölgelerde de görülebilir. Sadece erkekler değil kadınlarda da görülebilen bu hastalık zaman zaman abseleşme ve akıntılara yol açması nedeniyle kişisel hijyeni olumsuz etkilemekte, daha çok genç yaştaki bireylerde görülmesi nedeniyle de ciddi iş gücü kaybına yol açabilmektedir.

Pilonidal hastalık ( Kıl dönmesi ) tanısı çoğu zaman dikkatli bir fizik muayene ile koyulabilir. Ancak hidradenitis suppurativa, enfekte fronküller, Crohn hastalığı, perianal fistül ve tüberküloz, sfiliz( frengi ) ve çeşitli mantar enfeksiyonları gibi durumlar ayırıcı tanılar arasında düşünülmelidir.

 

Genellikle kuyruk sokumunda orta hat yerleşimli bir veya birkaç adet akıntılı sinüs ağzı tespit edilir. Apse gelişmesi durumunda ise ağrılı kızarıklık, ciltte ödem ve renk değişikliği, şişlik ve ateş gibi akut bulgular gelişebilir. Literatürde uzun süreli devam eden pilonidal hastalık (Kıl dönmesi ) zemininde kanser gelişimini bildiren yayınlar mevcuttur. Bu oldukça nadir rastlanan bir durum olsa da fizik muayene sonrasında şüphe edilmesi durumunda biyopsi yapılması( parça alınması ) gerekir.

 

Pilonidal hastalık( kıl dönmesi ) tedavi edilirken birçok faktörün göz önünde bulundurulması gereklidir. Erken dönemde, sınırlı hastalığı olan, asemptomatik hastalarda sadece lokal bakım, hastalıklı bölgenin kıllardan arındırılması gibi yöntemler yeterli olurken akut hastalık durumunda ise apsenin orta hat dışından yapılan bir kesi ile boşaltılarak boşluğun temizlenmesi gerekir.

 

Pilonidal hastalık tedavisi planlanırken hastalığın nüks etmesini ( tekrarlamasını ) azaltılması, hastanın erken dönemde günlük hayatına dönmesi ve daha az ağrı ile mümkün olan en iyi kozmetik sonucun elde edilmesi gibi faktörler göz önüne alınmalıdır.

 

Günümüzde ameliyat dışındaki minimal invazif tedaviler giderek artan sıklıkta uygulanmaktadır. Bu sayede hasta daha ağrısız bir süreç geçirmekte, erken dönemde günlük yaşantısına dönebilmektedir. Bu tedaviler arasında kıl köklerinin temizlenmesi, fenol ( alkol ) ile kimyasal ablasyonun sağlanması, sinüslerin temizlendikten sonra lazer yardımıyla kapatılması veya endoskopik olarak sinüslerin temizlenerek görüş altında koter yardımıyla yakılması gibi yöntemler mevcuttur. Minimal invazif her yöntemin kendine özgü bir çok avantajı olsa da ilerlemiş komplike hastalıkta doku çıkarılması ve oluşan boşluğun komşu bir alandan yeni doku kaydırılarak kapatılması gibi özellikli ameliyatlar gerekebilmektedir. Bu noktada hangi hasta için hangi yöntemin daha uygun olacağına karar vermek ve seçilen yöntemi cerrahi prensiplere uygun şekilde uygulayabilmek tedavi başarısını arttırmada anahtar rolü oynamaktadır.